Resim, sanatın en basit tanımından yola çıkarak, henüz var edilmemiş, var olması beklenmeyeni ortaya koyma edimidir ve içinde yapanın kendini soyutlamasıdır. Bu var eylemede referans doğa, yani yaşadığımız her ne varsa (sadece taş, ağaç anlamında değil) olsa da, resimin temeli felsefe ve matematiktir. Tuvale aktardıklarımız kabaca duyumlarımızın şekillendirdikleridir, bilincin devreye girmesiyse felsefe ve matematik birikimiyle olur. Her özgün yaratım gibi resimde kendindendir, sadece kendinle kalmayı, varolmanın getirdiği her neyse onlardan sıyrılıp kendinde ne varsa onunla yüzleşmeyi, kabul etmeyi ister. Yapılansa sadece bunların dışavurumudur.
Boyamaya başladığımda ne olduğumu, yoksunluklarımı, kırılganlıklarımı, durabildiğim, dönebildiğim yerleri, kıyılarımı, köşelerimi, belki iyileri de bulmam gerektiğini fark ettim.
Bulmam, bilmem, kabul etmem, belki zamanla değiştirmem. Yaptıklarım aslında hep "ben"le didişmelerim, konuşmalarım, bazen, hatta çoğu zaman kavgalarım. "Başka" ne boyayı sıkarken ne de sürerken var, o yüzden hiç bir iş bitmez, sadece terk etmeye hazır olduğun bir yüzeye döndüğünde çalıştığım iş, gidilmelidir, giderim. Artık başka'dan bahsedebiliriz, benim boşalttığım yere başka girebilir.
Boyadıklarım, her çizgi, her renk o boşluğa düşerken benimledir, sonra koparız, bir daha buluşmamak üzere. Başka'nın her gördüğü, her dokunduğu bendendir, ama bir o kadar da uzaktır bana.
Yolculuk çok yorucu, hırpalayıcı hatta bazen acı vericidir, umarım bakanlar, görenler (başka) için daha anlayışlı davranır boyadıklarım.
Artık insan oluşumuzla, özümüzle değil görüntümüzle varolduğumuz bugünlere inat, fotoğraflarda/fotoğrafta var edilememesine çalıştım yaptıklarımın. Resim bir fotoğraf karesinde sıkışıp kalmamalı, gözle gönülle kurulmalı bağ. Buradaki fotoğraflara da öyle bakılmalı, bunlar surettir, asıl başka yerde...
Eseronselsilistre